Sihirli Bulgur Pilavı Masalı

Sihirli Bulgur Pilavı Masalı

Kız Kulesi Masalları'nda izlediğimiz "sihirli bulgur pilavı" adlı masalını siz de çocuğunuza uyku öncesinde okuyun.

TRT Çocuk

TRT Çocuk

Çocuktum ufacıktım,

Top oynadım, acıktım.

Buldum yerde bir erik, Kaptı bir alageyik.

Geyik kaçtı ormana,

Bindim bir akdoğana.

Doğan yolu şaşırdı, Kaf Dağı'ndan aşırdı.

Attı beni buraya,

Başlayalım masal anlatmaya…

Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, uzak diyarlardan birinde, ülkesinin topraklarının başı var sonu yok bir hakan yaşarmış. Bu hakanın sevimli mi sevimli iki oğlu varmış. Çekik kara gözleri, çilli yanakları ile bu iki oğul hakanın göz aydınlığı, yaşama sevinciymiş. Halkının huzuru ve mutluluğu için gecesini gündüzüne katıp çalışan hakan, işlerinden geri kalan zamanını oğullarıyla geçirirmiş. Birlikte ata biner, sohbet eder; atalarından öğrendiği hikâyeleri, masalları onlara anlatırmış. “Aman yüzlerine hüzün düşmesin, kederlenmesinler” diye çırpınıp dururmuş. Canları ne istese o dakika önlerine serdirirmiş. Kısacası dünya bir tarafa, oğulları bir tarafa imiş.

Yıllar geçmiş, çocuklar büyüyüp serpilmiş, genç birer delikanlı olmuşlar. Bir elleri yağda, bir elleri balda mutlu mesut yaşayıp giderlerken zamanla gençlere bir hal gelmiş. Günden güne iştahsızlaşmaya başlamışlar. Elleri kaşık tutmaz, kursaklarından yemek geçmez, canları hiçbir aşı çekmez olmuş. Yüzleri sararmaya, gözlerinin feri sönmeye başlamış. Hakana öylece durmak yakışır mı? Ülkesinde ne kadar hekim varsa çağırtmış. Her biri sabah akşam çocukları muayene etmiş. Bin bir şifalı ottan ilaçlar kaynatılmış, dağların tepelerindeki el değmemiş kovanlardan ballar getirtilmiş, iştah açıcı şuruplar yapılmış ama hiçbiri çocukların dertlerine derman olmamış. Hakan oğullarının bu hallerini gördükçe üzüntüsünden ne uyuyabiliyor, ne de doğru düzgün bir şey yiyebiliyormuş.

Bir sabah gençler gözlerinde azıcık bir ferle uyanmış ve babalarının huzuruna çıkmışlar:

“Babacığım, belki hastalığımızın şifası uzak diyarlardadır. İzin verirsen bugün yola çıkıp o şifayı aramak isteriz” demişler.

Hakan biraz düşünmüş. Bugüne kadar elinden ne geldiyse yaptığı için çaresizmiş. “Belki oğullarım haklıdır” demiş. İstemeye istemeye de olsa onların teklifini kabul etmiş, “Evlatlarım, erenler yoldaşınız, Hızır dostunuz olsun” diye dua ederek uğurlamış oğullarını.

İki kardeş düşmüşler yola. Az gitmişler uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler. Epey yol aldıktan sonra bir bahçe kenarında dinlenmeye koyulmuşlar. Bahçeden güler yüzlü, yaşlı bir adam seslenmiş:

“Hoş geldiniz, buyurun gelin, bahçemde dinlenin, yorgun görünüyorsunuz” demiş.

İki kardeş bu tatlı dilli, güler yüzlü adamın teklifini kabul etmişler. Bahçedeki söğüt ağacının gölgesine oturup yaşlı adamla sohbete koyulmuşlar. Sohbet koyulaşınca bizimkiler kendilerini yollara düşüren dertlerini anlatmışlar… Yaşlı adam görmüş geçirmiş, bilge biriymiş. Gençleri dinledikten sonra “Sizin derdinizin çaresi nedir, bilirim. Allah’ın izniyle şifanızı bulacaksınız ama…” demiş, istiflediği biber fidelerini gösterip devam etmiş:

“Şunları ekecektim. Önce bana bir yardım edin.”

Hakanın oğulları “İyi de nasıl ekilir, bilmiyoruz ki…” demişler.

“Öğreteyim” demiş ihtiyar adam ve başlamış anlatmaya. Kürek nasıl tutulur, toprak nasıl yarılır, fideler nasıl toprağın koynuna emanet edilir, toprak nasıl kapatılır, can suyu nasıl verilir, tek tek göstermiş.

Gençler her şeyi dikkatle seyretmişler. Bir iki denemeden sonra işi öğrenmiş ve başlamışlar çalışmaya. Yüzlerce fideyi ekerken akşamın nasıl olduğunu anlayamamışlar bile. Kan ter içinde kalmışlar kalmasına ama sonunda kendilerine gülümseyerek bakan yeşilliği görünce de çok mutlu olmuşlar.

İşi bitirdikleri sırada bizim ihtiyar, kocaman bir kazanda pişirdiği mis gibi biberli bulgur pilavını söğüt ağacının altına getirmiş. Kazanın yanına da iki şimşir kaşık koyuvermiş. Hakanın oğulları bulgur pilavına “Bismillah” diye bir kaşık sallamaya başlamışlar ki, aman Allah’ım! Onları durdurabilene aşk olsun! İştahla, afiyetle bütün pilavı bitirmişler. Yerken bir yandan da “Aman amca, bu pilavın içine sihirli bir şey mi kattın?” deyip durmuşlar. “Hayatımızda yediğimiz en lezzetli yemek.”

Üzerine bir de yayık ayranını içmişler kana kana. Gözlerine fer, kollarına derman gelmiş.

Üzerine bir de yayık ayranını içmişler kana kana. Gözlerine fer, kollarına derman gelmiş.

“Afiyet, şifa olsun evlatlar. Bu pilavın sihri sizin emeğinizdir. Emeğinizi vererek yediğiniz lokmanın tadı hiçbir şeye benzemez. O ruha da, bedene de şifadır” demiş.

Hakanın oğulları dertlerinin devasını o vakit anlamışlar ve yaşlı adama teşekkür ederek babalarının yanına dönmüşler.

O günden sonra hiç boş durmamışlar; çok çalışıp kazandıklarını yemiş ve sağlıklarına tamamen kavuşmuşlar.

Gökten üç elma düşmüş. Biri masalı anlatanın, biri dinleyenlerin, biri de emek verip kazandığı ekmeği yiyenlerin başına…

Güzel bir masal güzel bir sonla bitmeliydi zaten. Sahi, anlatırken zaman ne çabuk geçivermiş. Uyku saati çoktaaan gelmiş. Ne duruyoruz öyleyse, haydi, doğru uykuya… Tatlı rüyalaaar…

Önemli Hatırlatma

Bu içerik ilgili uzman danışman tarafından izleyicilerimizi bilgilendirme amaçlı hazırlanmıştır. Kendinizin veya çocuğunuzun sağlığı ile ilgili her konuda, bir tıp doktoruna veya çocuk eğitimi ve psikolojisi alanında çalışan uzmanlara danışmanızı tavsiye ederiz.

İlgili Makaleler