Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Prof. Dr. Şaziye Senem Başgül, savaş çocuk için ne demektir, savaş ve işgal altında yaşamak çocuğu nasıl etkiler gibi önemli konuları TRT Çocuk Ebeveyn Akademisi’ne anlattı.
Savaş, işgal gibi büyük travmalar çocuğun tüm anlam, değer yargıları, inanış ve duygularını olumsuz etkiler. Savaş ve işgalin çocukların temel güven duygusunu bozduğunu, onlarda geri dönülemeyen duygusal hasarlar bıraktığını belirten Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Prof. Dr. Şaziye Senem Başgül, savaş ve işgalin kısa ve uzun vadede çocukları nasıl etkilediğini TRT Çocuk Ebeveyn Akademisi'ne anlattı.
Savaş, Çocuk İçin Ne Demektir?
Savaş insan eliyle yapılmış büyük bir travma, korku ve çaresizliğin aslında en üst noktası. Çok kolektif bir korkudan, bir halk sağlığı sorunundan bahsediyoruz. Savaş, çocuğun tüm anlam, değer yargıları, inanış ve duygularını etkileyen bir kavram, bir şok halidir. Çocuklar, erken çocukluk döneminde temel güven kavramı üzerine yaşama başlar. İlk önce anne, anne yoksa birincil bakım veren, sonra çevre ile ilişki kurar. Çocuk için rutinine sahip çıkmak önemlidir. Her çocuk günlük aktivitelerin düzenli olmasını, beslenme, barınma olanaklarının iyi sağlanmasını ister. Savaş ise, çocuğun günlük rutinini çok büyük bir anlamda bozan, temel güven duygusunu zedeleyen bir kavramdır. Örneğin barınmak, bakılmak çocuk için yetişkinlerden daha önemli bir temel ihtiyaçtır. Dolayısıyla savaş bunları fiziksel olarak yıktığı için, erken dönemde çocukları çok derinden etkiler. Çocuk için savaş, sevdiklerinin, sahip olduğu şeylerin ve geleceğin kaybı olarak tanımlanabilir.
Tüm bu yıkıcı etkilerine rağmen erken çocukluk dönemindeki çocukların savaş sırasında oyun oynamaya devam ettikleri görülür. Bu durum yaşananları anlayamadıkları için değil, oyun çocuğun dili olduğu için yaşanır. Oyun, çocukların hayatlarının en önemli parçasıdır. Travmalarını oyunda yaşarlar ve çözerler. Örneğin çocuklar oyunlarında savaş sahnelerini canlandırırlar. Dolayısıyla olaylara kendi küçük çerçevelerinden baktıkları için savaşta da hemen kendi oyunlarını kurarlar.
Savaş ve İşgal Altında Yaşamak Çocuğu Nasıl Etkiler?
Savaş demek ölüm demektir. 2-3 yaş dönemi çocuklar için ölüm teması yoktur, ölümü uzun süreli ayrılık olarak algılarlar. 3-6 yaş çocuklar için ölüm geçici bir ayrılık kavramıdır. Okul dönemi çocukları, ölüm olduğunda geri dönülmeyeceğini anlarlar ancak kendi başlarına geleceğini düşünmezler. Ölüm bu yaş grubunda bir başkasının başına gelir. Yine bu yaş dönemindeki çocuklar olaylardan kendilerini sorumlu tutup suçluluk hissedebilirler. Ergenlik döneminin sonuna doğru, ölüm yetişkinlerin algıladığı gibi algılanır. Ölüm algısı çocukların yaşlarına göre değiştiği için savaştan etkilenmeleri de farklılaşır.
Savaş ve işgal altında yaşamak çocuğu hem fiziksel hem de ruhsal olarak etkiler. Fiziksel olarak kendi vücut bütünlükleri, beslenmeleri, barınmaları etkilenir. Temel bakım veren anne ve ailesiyle ayrışmasına sebep olur. Dolayısıyla savaş, korunmaya muhtaç bir canlının ortada ve savunmasız bir şekilde kalmasına neden olur. Bir diğer yandan ruhsal olarak ele aldığımızda savaşın ruhsal etkileri fiziksel etkilerinden daha da ağırdır. Ruhsal yaralar ya iyileşmez ya da uzun vadede onarılır. Savaş gibi büyük travmaların gelecekte çocuklarda, çok yoğun bir kaygı, endişe, mutsuzluk, güvensizlik ve bunların dışarıya açılımı olarak davranış problemlerine, dolayısıyla çok büyük bir ruhsal yıkıma neden olacağını söyleyebiliriz.
Savaşın Uzun Süreli Etkilerinden Bahsedebilir Misiniz?
Savaşın ruhsal ve duygusal açıdan pek çok olumsuz sonuçları vardır. Birçok psikolojik sorunlar ve ruhsal bozuklukları beraberinde getirir. Savaş ve işgalin savaşı yaşayanlara uzun süreli etkileri ele alınırken çocuğun yaş dönemi ve ‘ailenin sosyo-kültürel faktörleri’ önemlidir.
Savaştan ve işgalden etkilenen okul öncesi ve okul dönemi çocuklarda yoğun kaygı, depresif semptomlar, ayrılık kaygısı, bakım verene yapışma, uyku sorunları, kâbuslar görme, huzursuzluk, edinilmiş becerilerde kayıp gibi sorunlara sıklıkla rastlanır.
Ergenlik dönemindeki gençlerde ise böylesi ağır travmalardan sonra iki farklı duygusal yaklaşım olabilir. Bir grup genç, ‘çok öfkeli, sinirli, şiddete meyilli, agresif, davranış problemi çıkaran’ çocuklara dönüşebilir. Bazı ergenlerde ise ahlakçılık kavramı ön plana geçer. Bu ergenler daha protest, karşı gelen, gruplaşmayı teşvik eden, savaşa karşı, sosyal medyada hemen örgütlenen, bu mecralarda tepkilerini belli eden bir yaklaşım içerisine girerler. Tabi ki ergenlerde de yoğun kaygı sorunları, depresif semptomlar, davranış sorunları, uyku problemleri, içe kapanma veya daha öfkeli olma gibi sorunlar oluşabilir.
Travmayı dışarıdan izleyen çocuklar da ‘yorgun, hissiz, duygularını kaybetmiş, duyarsız’ çocuklar haline gelebilir. Haberleri kapatır izlemez ve “ben güvendeyim, sağlıklıyım” diye düşünebilir. Biz bunu bencillik diye görebiliriz ancak aslında bu kendini koruma davranışıdır. Bu çocuklar karşılaştıkları travmadan çok etkilenmemek için farkında olmadan travmadan uzaklaşarak kendilerini koruma davranışı gösterirler.
Savaşın kendisinin uzun yıllar sürdüğü durumlarda ise sonuçlar çok daha yıkıcı oluyor. Örneğin Filistinli çocuklar onlarca yıldır devam eden bir sürtüşmenin içine doğan ve bu şekilde büyüyen çocuklar. Günlük yaşamlarında istenmeme, ötekileştirilme gibi sebeplerle hep bir var olma mücadelesi var. Bu nedenle onlarca yıldır burada yaşayan çocuklar yaşadıklarının ‘normal olduğunu’ düşünerek hayatlarına devam ediyorlar. Bu ortamda onların çocukluklarını yaşamaya çalışmaları bizi hayrete düşürüyor ancak çok acı ki bu çocuklar gerçeklik algılarını ‘tehdit görme, dışlanma, ötekileştirilme, zarar görme’ kavramlarına göre oluşturdular. Dışarıdan bakıldığında bu çocuklarda belirli seviyede strese karşı duyarsızlık veya alışmışlıktan bahsedebiliriz ama son yaşanan katliamlar bu bahsettiğimden çok farklı ve zararları çok büyük. Çocuklar için bu çok büyük bir facia, çok büyük bir yıkım, çok büyük bir acı ve geleceklerinin kaybı... Asla kabul edilemez.
Savaş ve İşgalin Nesiller Boyunca Devam Etmesi Psikolojik Açıdan Ne Gibi Sonuçlar Doğurur?
Bu durumu yine Filistin’den örnekle açıklayabiliriz. Bu savaş o kadar uzun süredir devam ediyor ki savaşa doğan çocuklardan hayatta kalabilenler günümüzün erişkinleri oldular. Kendileri savaşa doğdular, savaşın yıkımı içinde yaşama tutunmaya çalıştılar. Hayatta kalabilenler zaman içerisinde büyüklerini, akrabalarını, sevdiklerini, en nihayetinde de kendi çocuklarını kaybettiler. Normal yaşamı bilmediler. Savaş onların kültürel normları oldu. O kadar çok kayıp yaşadılar ki, bugün var olan yarın yoktu. Ölüm, yaşamlarının doğal bir parçası oldu. Bireysel farklılıklar olabilir ancak sağlıklı ruhsal gelişim için gerekli en temel kavram olan güvenlikten mahrum büyüyen bu yetişkinlerin birçoğunda kaygı bozuklukları, depresyon, ayrılık anksiyetesi, bağlanma bozuklukları, davranım bozuklukları gibi çeşitli psikolojik sorunların görülmesi çok mümkün. Bu yetişkinler kendileri ebeveyn olduklarında çocuklarına bu travmanın sonuçlarını aktarmaları ise çok doğaldır. Dolayısıyla şu an önümüzde hem bizzat savaşın kendisinden hem de ebeveynlerinin travmatik yüklerinden etkilenmekte olan; bir yandan olup biteni yaşının çok ötesinde kabullenmiş, diğer yandan ise yaşının çok ötesinde yorgun bir çocuk nesli var.
Savaş ve İşgal Sürecine Medya Yoluyla Şahit Olmak Çocuğu Nasıl Etkiler?
Savaş ve işgallere medya yolu ile şahit olan çocuk sayısı savaştaki çocuklardan daha fazla. Savaş ortamındaki çocuklarda olduğu gibi yaşananlara medya aracılığı ile tanıklık eden çocukları korumak için de sorumluluğumuz çok büyük. Erken dönemde çocuklar yaşananları somut algılar ve bunun yanında hayal dünyaları çok zengindir. Dolayısıyla medya yoluyla yaşananlara şahitlik eden çocuklar savaşı dünyalarının bir parçası haline getirirler.
Çocuk, gelecek demek... Savaşlara seyirci kalan ülkelerin kayıtsızlığı, bir müdahale yapılmaması, güçsüze yardım edilmemesi, eziyetin, işkencenin desteklenmesi nedeniyle çocuklara yanlış rehberlik ediliyor. Bu çocukların kişiliğini etkileyen bu olayların ağır sonuçlarını yaşam boyu göreceğiz.
Diğer yandan medyadaki haberlerden etkilenen anne baba da yaşananlara karşı tutum ve davranışlarıyla çocuğa rol model olur. Örneğin anne-baba, çocuk etkilenmesin diye ‘boş ver, ne yapalım, biz burada iyiyiz’ gibi bir tutumdaysa çocuk bu davranışı model alır. Tam tersi çok üzülen ve etkilenen bir tutumdaysa da bu davranışı da model alır. Ebeveynlerin her ikisinin ortasında bir tutum sergilemesi gerekiyor. Savaşı yok saymama ama; günlük yaşamda da merkeze koymama tutumu izlenmeli. Böylece ebeveynler bir yandan çocuklarını savaşın ağır duygusal yükünden korurken, diğer yandan da çocuklarının empati yeteneğine zarar vermemiş olur. Aileler kendi yaşamları içerisinde bu vahşet için kendileri neler yapabileceklerini çocuğun yaş dönemine göre onlarla sohbet ederek konuşabilir ve çocukların duygu ve düşüncelerini öğrenerek onlara rehberlik edebilirler.
Erken çocukluk dönemindeki çocukların hiçbir şekilde, hiçbir koşulda vahşet görüntülerine şahit olmasına izin verilmemeli. Ergenlik çağındaki bir çocuğun ise sosyal medyadan etkilenmesini engellemek mümkün değildir. Bunu kontrol edemezsiniz ancak ebeveyn olarak evin içinde, günlük yaşamınızda faciayı, acıyı merkeze alan tutumlardan uzak durmanız gerekir. Ergenlik dönemindeki çocuğunuzun da tutumlarını izlemek, onunla sohbet etmek, görüşlerini varsa kaygılarını öğrenmek ve onlara da rehberlik etmek gerekir. Tabi böylesi yaklaşımlar için ailelerin çocuklarının küçüklüğünden itibaren onlarla sağlıklı bir iletişim ve etkileşim içerisinde olmaları işlerini kolaylaştıracaktır. Yoksa çocuğa da gence de ulaşmak kolay olmayabilir.
Çocuklarımız Dünyadaki Savaş, İşgal Gibi Olumsuzluklardan Ne Ölçüde Haberdar Olmalı?
Ergenlik öncesi, çocukluk ve erken çocukluk dönemindeki bir çocuğa, empati geliştirmek veya bilinçlendirmek amaçlı savaş, işgal gibi kötü haberlerin izletilmesini bir uzman olarak onaylamıyorum. Ergenlik çağındaki çocuklar ise, erişkin formatında düşünebilmeye başladıkları için vahşet görüntüleri ve içeriği olmayan bilgilendirici düzeyde sunulan haberleri izleyebilir, ebeveynleriyle bu haberleri tartışabilir, alınması gereken önlemler, yapılabilecek protestolar ve böyle durumlarda bizlerin neler yapabileceği konularını konuşulabilirler. Bu konuşmalar sırasında duygularını ifade etme fırsatı bulabilirler. Bu konuların ebeveynler ve okullar aracılığıyla belirli düzeyde konuşulabilir olması ergenlik döneminde çocuklara empati becerileri ve farkındalık kazandırması bakımından faydalı olabilir. Bunun da ölçülerine çok dikkat edilmelidir.
Çocuğu bilinçlendirme vahşet, yıkım görüntüleri izletilmesiyle değil, savaşın olumsuz etkileri konuşularak yapılmalıdır. Böylece bu çocuklar duygularını doğru ifade edebilme, olaylar karşısında duyarsızlaşmama, gelecekte böyle durumlar karşısında neler yapılabileceğine dair fikir üretme ve çözüm üretebilme gibi olumlu davranışlar geliştirebilirler.
Savaş ve İşgal Haberleri Çocuğun Duygusal Okuryazarlık Becerisini Nasıl Etkiler?
Duygusal okuryazarlık; kendinin, karşısındakinin ve toplumun duygularını okuyabilmeyi sağlayan aslında sosyal beceri kapsamında bir tanımdır. Duygusal okuryazarlığın temelinde sevgi, anlayış ve anlamak vardır. Savaş durumunda ise anlayış ve sevgi yoktur, öfke ve yıkım vardır. Savaş ve işgal, sebep olduğu yönetilmesi güç ağır duygu yükü ve barındırdığı tezatların sebep olduğu konudan kaçarak kendini koruma çabası ile çocuğun duygusal okuryazarlık becerisini zedeler.
Burada savaşın getirdiği yıkım, barışın önemi, manevi duyguların arttırılması, yardımlaşma, dayanışma, birlik ve beraberlik gibi kavramların önemini vurgulaması bakımından Tolstoy’un ‘Savaş ve Barış’ kitabının okunmasını önerebilirim.
Dünyada Savaş, İşgal ve Katliamların Önlenememesi Çocuklarımızın Adalet Duygusunu Nasıl Etkiliyor?
Savaş, işgal ya da katliam gibi olaylar zaten kabul edilemez. Ancak savaşlarda bile esire iyi davranma, yaralıya insanca yaklaşım gibi kurallar vardır. Örneğin şu anda şahit olduğumuz Filistin, Gazze olayında tüm uluslararası hukuk kuralları ihlal ediliyor ve sivil halk büyük zarar görüyor. Adalet yok, güçsüzün ezilmesi ve güçlü ülkelerin müdahale etmemesi var. Bunlar, çocukları bir doğal afetin sebep olduğu travmadan çok daha ağır etkiler. Çocuklar, şu an insan eliyle yapılan bir vahşete, travmaya tanık oluyorlar.
Yaşananlar tüm çocukların hayatı, insanları, yardımlaşmayı anlamlandırmalarını bozuyor. Kurtarma, önleme yardımları gelmiyor. Diğer insanlar buna seyirci kalıyor. Bu durum çocukların adalet duygusunu geri dönülmez şekilde zedeliyor. Tüm bu yaşananları haksızlık, güçsüze zorbalık, gücü olanın tüm bu yaşanan vahşete seyirci kalması, ölümün izlenmesi, ölümün istenmesi gibi düşündüğünüzde tüyler ürperten bu kavramları çocuk ve ergenlerin çok sorgulamasına dolayısıyla bu dünyada adalet, hak, hukuk yok diye düşünmesine neden oluyor. Tüm bunlar çocukların hayatı anlamlandırmalarını etkiliyor, kişiliklerinin ve geleceklerinin olumsuz şekillenmesinde önemli rol oynuyor.
Trajik olan çocuğun temel ihtiyaçlarını, sevgisini, bakımını sağlamak üzerine olan 54 maddelik ‘Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni imzalayan ülkelerin birçoğunun bu duruma ya duyarsız kalması ya da daha kötüsü gerekenin tam aksi yönde hareket etmesi. Buradaki tezadı biz erişkinler anlamlandıramıyorken, bu durumu yaşayan ve tanıklık eden çocuklar, ‘nerede barış, nerede sevgi, nerede insani duygular’ noktasında hiç anlamlandıramaz. Filistin’deki durum sonlandırılamazsa, izleyici olan çocuklar için de düzeltilemeyen duygusal hasarların yaşanacağı, adalete inançlarını kaybedip güçlünün karşısındaki çaresizliği bilinç ve bilinç dışı düzeyde kabullenecekleri trajik bir noktaya doğru gidilir.
Savaş ve İşgal Haberlerinin Olumsuz Etkileriyle Baş Etmeleri İçin Çocuklarımızı Nasıl Destekleyebiliriz?
Öncelikle savaşların mutlaka önlenmesi gerekiyor. Ancak bu gerçekleşemediği için mevcut durumda bazı önlemler almalıyız. İzleyici durumundaki kendi çocuklarımızın savaş haberlerinin olumsuz etkileriyle baş edebilmeleri için, kendi çekirdek ailesinde küçük yaşlardan itibaren adaletli, anlayışlı, iletişime açık, konuşulabilir, çözüm odaklı bir ortamda büyümesi önemlidir. Kendi haklarının olduğu, ebeveynin kendi sözünü sınırlar çerçevesinde dinletebildiği, konuşarak sorunların çözülebildiği demokratik bir ortamda büyüyen çocuklar, savaştan belirli oranda bilgilenme anlamında haberdar olabilirler. Ancak sonrasında haberler üzerine konuşulması, çocukların duygularını ifade etmesi ve çözüm yollarını öğrenmeleri yararlı olur. Aynı şekilde öğretmenler tarafında da benzer uygulamalar yapılması, çocukların bu tür travmalarla baş etme becerileri arttırır.
Çocuğa savaşla ilgili bilgi verirken kötü ülke, iyi ülke gibi fanatik ve ezberci yaklaşımlar yerine yapılan yanlış anlatılmalıdır. Örneğin Filistin olaylarında İsrail yapılmaması gereken yanlış bir şey yapıyor ve burada dil, din, ırkı aşan bir insanlık katliamı yaşanıyor. Çocuğa bunlara sebep olan ülkenin uyguladığı politikanın yanlış ve kabul edilemez olduğu söylenebilir. Ergenlik döneminde, savaşa destek olduğu bilinen kurum ve firmaları boykot gibi saldırgan tarafa maddi destek olmamak temelinde gerçekleştirilen eylemler, çocuğun evrensel etik değerler doğrultusunda gelişimi açısından önemli. Ancak bu durumun, duygularını en yüksek düzeyde yaşamakta olan ergenler için suçlayıcı ve rahatsız edici davranışlara dönüşmesinin önüne geçmek önemlidir. Bu doğrultuda örneğin boykota katılmayanlar için ‘onlar düşünememiş olabilir, bunun anlamını veya önemini halen öğrenmemiş olabilirler’ gibi bir yaklaşım içinde olmak gerekir.
Bu içerik ilgili uzman danışman tarafından izleyicilerimizi bilgilendirme amaçlı
hazırlanmıştır. Kendinizin veya çocuğunuzun sağlığı ile ilgili her konuda, bir tıp
doktoruna veya çocuk eğitimi ve psikolojisi alanında çalışan uzmanlara danışmanızı tavsiye
ederiz.